
Nuray ATAMAN
DAĞLARIN ARDINDA SAKLI BİR MASAL: BEYTÜŞŞEBAP
Şırnak’ın kuzeydoğusunda, yemyeşil dağların, coşkun suların ve binlerce yıllık kültürlerin buluştuğu bir yerdir Beytüşşebap. Adını belki haritada küçücük bir yer olarak görürsünüz ama içinde barındırdığı tarih, doğa ve insan hikâyeleriyle koca bir dünyadır aslında. Burada zaman daha yavaş akar; insanlar daha çok gülümser, doğa daha cömerttir. Her mevsim başka bir güzelliğe ev sahipliği yapan bu topraklar, hem geçmişin izlerini taşır hem de geleceğe umutla bakan yüzler barındırır. Gelin hep birlikte deneyimlerimi ve büyüklerimden öğrendiğim bilgilerle Beytüşşebap’ın yaylalarına bir yolculuk yapalım.
Laleş Yaylası: Kültürün Kalbi
Güneşin yakıcı öpücükleriyle kavrulan bir gündü. Kato Dağı’nın eteklerinde uzanan Laleş Yaylası’na vardığımızda, gökyüzü neredeyse yere eğilmişti. Çevremizi saran zümrüt renkli çayırlar, etrafa serpiştirilmiş rengarenk çadırlar, ve iç içe geçmiş kahkahalar… Sanki zaman burada başka bir ritimle atıyordu. O üç günlük festival yalnızca bir etkinlik değildi; bin yıllık bir geleneğin yorgun ama direngen soluğuydu. Adına Berxbir denilen bu kutlama, kuzu kırkmanın ötesinde; bir halkın, doğayla kurduğu kadim dostluğun, dayanışmanın ve direncin sessiz çığlığıydı. Her yıl Elkî halkı, bu geleneği yaşatmak için dağ yollarını aşıp buraya ulaşırdı. Eskiden her kabile kendi yaylasında yapardı bu töreni. Her gün, biri yemek hazırlar, diğer kabileler o yaylaya konuk olurdu. Neşe paylaşılır, kuzu kırkılır, tandırlar yanar, şarkılar yankılanırdı.
Fotoğraf: Yaşar Prodüksiyon Emin Bal
2000’li yıllarla birlikte bu kültür, yerel yönetimlerin eliyle daha büyük bir festivale dönüştü ve Kuzu Kırkma, Kültür, Sanat ve Yayla Şenlikleri adını aldı. Eskiden ayrı ayrı yapılan törenler artık Laleş Yaylası'nda birleşti ve geleneksel olan, modernle buluştu. O günden bu yana Laleş Yaylası yalnızca yerel halkın değil; misafir sanatçıların, çevre il ve ilçelerin, meraklı gözlerin ve fotoğraf makinelerinin de uğrak yeri oldu. Festivalin özü ise hiç değişmedi: Hayvancılıkla uğraşan insanlar için hem ürünlerini tanıtma hem de gelir elde etme fırsatı sunuyor. Yoğurt, peynir, kuzu kırkma ve en güzel koyun yarışmaları düzenleniyor. Kazananlara belediye tarafından altın ve çeşitli hediyeler veriliyor. Gün batımında ise sahne kuruluyor, dağın kalbinde türkülerin sesi yankılanıyor.
Biz de çadırlarımızı kurduk o gece. Gündüz kavurucu sıcak, geceyse iliklere işleyen bir serinlik. Ateş başında söylenen türkülerle, yıldızların altında kurulan çadırlarda zaman başka bir anlam kazanıyor. Kalabalığın içindeki o samimiyet, karşındaki yabancıya bir yudum ayran uzatmanın cömertliği, küçücük bir çobanın dağ gibi neşesi, kültürün ve birlikteliğin kokusu…
Kısacası Laleş Yaylası, sadece bir festival alanı değil; geçmişle bugün arasında kurulan bir köprü, kültürün ete kemiğe bürünmüş hali. Burada doğa yalnızca seyirlik değil, bir yaşam biçimi. Rüzgârın bile dillendiği bu yaylada, insan kendini bir hikâyenin içinde buluyor. Ve o hikâye her yıl yeniden yazılıyor.
Mérgé Sotî: Dağların Kalbinde Kadim Bir Göç
Fotoğraf: Warner Finke (VİYANO) 1976 Arşiv: Halil Özkan
Fotoğraf: Caner Ataman
Bazı yerler vardır… Sadece bir coğrafya değil, bir hafıza alanıdır. Mérgé Sotî işte tam da böyle bir yer. Kato Dağı’nın serin nefesini taşıyan bu yayla, yalnızca çadırların kurulduğu bir mekân değil; geçmişin, emeğin ve dayanışmanın mevsimlik hikâyesidir.
“Kendimi bildim bileli, her yaz üç ay boyunca oraya gideriz.” Dedi amcam.Bu da demektir kibu gelenek çok eskilere dayanıyor. Kurulan her çadır bir yuvaya, yanan her ateş bir sohbete dönüşür. Kadınlar -ki biz onlara Berivan deriz- günün erken saatlerinde koyunların yolunu tutar. O maharetli eller süt sağar, yoğurt, peynir yapar. Ellerinde, doğayla kurdukları dostluğun izleri vardır. Yorgun ama başı dik kadınlardır onlar. Boş zamanlarında bir gölgeye çekilir, taşların üzerine serili kilimlerde sohbet eder, halay çeker, kah gülüşürler, kah dertleşirler. Birbirlerinin yükünü paylaşır, yorgunluklarını unuturlar.
Fotoğraf: Warner Finke (VİYANO) 1976 Arşiv: Halil Özkan
Fotoğraf: Warner Finke (VİYANO) 1976 Arşiv: Halil Özkan
Erkekler ise sürünün peşinde… Koyunlar, dağın kıyısında otlarken onlar da doğanın ritmine karışır. Sağım saatinde kadınlara yardım eder, akşam olunca sürüyü geri getirirler. Güneş battığında ise o yaylada bir sessizlik değil, huzurun yankısı duyulur. Erkekler de boş zamanlarında çeşitli oyunlar oynar, hatta çok eğlenceli tiyatrolar oynardı.
Fotoğraf: Warner Finke ( VİYANO) 1976 Arşiv: Halil Özkan
Fotoğraf: Warner Finke ( VİYANO) 1976 Arşiv: Halil Özkan
Mérgé Sotî yalnızca bu yılın değil, önceki kuşakların da ortak mekânıdır. Gördüğünüz üzere 1970’li yıllardan kalma fotoğraflar da o günleri bugüne taşır. Aynı yer, aynı düzen, farklı yüzler. Dedelerimizin elleriyle kurduğu çadırlar, ninelerimizin ördüğü sepetler hâlâ aynı geleneği taşır. Her ayrıntı bir anlatıdır: kaynayan bir bakır kazan, gölgesinde dinlenilen koca bir ağaç, gün boyu çağlayan bir su sesi…
Kısacası Mérgé Sotî, sadece bir yayla değil; bir halkın yaşam biçimi, bir mevsimin içimize işleyen öyküsüdür. Orada zaman biraz daha yavaş akar, insanlar birbirini daha derinden tanır. Çünkü doğa, insanın en kadim aynasıdır. Ve bu aynada gördüğümüz şey; sabır, emek, birlikte yaşamanın güzelliğidir. Bu yüzden Mérgé Soti’ye her gidiş bir göç değil, bir dönüş gibidir. Kendine, ailene, toprağa, geçmişe… Ve belki de en çok huzura.
Gova Reşo: Doğanın Cömertliği
Geçen gün uğradığımız bu yayla, doğanın bereketini en saf haliyle sunuyordu. Dayımın kurduğu çiftlikte her şey vardı: domatesten kiraza, fasulyeden karpuza kadar... Renklerin ve kokuların dans ettiği bir tablo gibiydi orası. Gova Reşo’nun en güzel yanıysa o büyük ağaçtı belki de. Altına uzandığımda şunu düşündüm: Ağaçlar, yalnızca gölge değil; hayatın sessiz öğretmenleri. Ailemle birlikte, doğanın en sade ama en güçlü haliyle baş başaydık. Bir yandan piknik yaptık, bir yandan manzaraya doyduk. Görsel bir şölen gibiydi her şey. Beytüşşebap’ın dağları, suları ve yaylaları; hem bedenime hem kalbime nefes aldırdı. Bazen sadece bakmak bile yeterli oluyor; anlamak, şükretmek ve yeniden başlamak için…
Kahnî Cemel/Cemed: Bir Ağacın Gölgesinde Hayat
Dağların kalbine saklanmış, adı kadar serin bir yerdir Kahnî Cemed. Bir çeşme düşünün, ama sıradan bir çeşme değil bu; toprağın binbir emekle süzdüğü, kayaların sabırla koruduğu ve sonunda yeryüzüne bir dua gibi fışkırttığı buz gibi bir kaynak. Suyun doğduğu noktanın hemen üstünde,zamana meydan okuyan koca bir ağaç yükselir. Kökleri toprağın derinliklerine tutunmuş,dalları gökyüzüne hikâyeler fısıldar gibi…O ağacın altında durduğunuzda, gölgesi sadece serinlik değil,bir kuşak öncesinin nefesini taşır üzerinize. Su, kaya diplerinden çıkıp akarken öyle berraktır ki,içine baktığınızda yalnızca yüzünüzü değil,belki de ruhunuzu seyredersiniz. Her yudumda dağların vakarı var, her damlasında binlerce yılın sessizliği...Kahnî Cemed’de suya dokunmak,yalnızca serinlemek değil; dünyanın gürültüsünü bir anlığına susturmak gibidir.Ağacın altında oturup dinlenmek, zamanla barış yapmak gibi…Orası sadece bir yayla, bir çeşme değil. Orası, doğanın “Ben buradayım” dediği yer.İnsana haddini bildiren, aynı zamanda da huzurla sarıp sarmalayan bir sığınak.
Singever: Su gibi Sükûnet Fotoğraf: Güven Ataman Singever/Beytüşşebap
Beytüşşebap’ın kalbinde, doğanın gür sesiyle sakince akan bir mucize var: Singever. İsmi bile serinlik fısıldar kulağa. Oraya vardığınızda önce sessizlik karşılar sizi, sonra kuş sesleri, ardından da ciğerinize dolan o tertemiz dağ havası... Ama asıl şaşkınlığı, buz gibi suyuyla yaşarsınız.
Geçtiğimiz günlerde dostlarla küçük bir yarışma yaptık. Ayaklarımızı Singever’in suyuna soktuk, bakalım kim daha uzun dayanacak... Bir dakika! Sadece bir dakika dayanabildik. Oysa çocuklar gibi şendik. Titreyen ayaklarımızla, gülüşmeler arasında zamanın yavaşladığını hissettik.
Singever sadece bir su kaynağı değil; doğanın insanla buluştuğu, bedenin arındığı, ruhun soluklandığı bir yer. Ve bence Beytüşşebap’ın kıymetli sırlarından biri…
Kato dağı/Beytüşşebap
Bir Yaz Daha, Bir Hafıza Daha
Beytüşşebap’ta bir yaz daha geçiyor belki. Ama burada yaşanan her an, bir ömre sığmayacak kadar derin. Yaylalar yalnızca doğanın armağanı değil; bir halkın belleği, geleneği ve birlikte yaşama iradesidir. Ben bu topraklara her gelişimde, sadece doğayı değil, kendi köklerimi de buluyorum. Her ağaçta bir anı, her rüzgârda bir ses var. Bazen bir fotoğraf karesiyle, bazen bir yaşlıdan dinlediğim bir cümleyle zaman duruveriyor. O anlarda anlıyorum:
Biz, bu yaylaların yalnızca misafiri değiliz. Biz, bu dağların hatırasıyız. Ve belki bir gün bu yazdıklarım da, bir çocuğun belleğinde yankı bulur. O da bir gün çıkar yola, gökyüzüne başını kaldırır ve der ki:
“İşte burası… Annemin, ninemin, dedemin gökyüzü…İşte burası, bizim hikâyemizin başladığı yer.”
Not: Elbette ki Beytüşşebap’ın yürek burkan güzelliği yalnızca burada anlattıklarımla sınırlı değil. Daha adını anmadığım nice yayla, nice hatıra, nice doğa harikası var bu topraklarda. Her biri ayrı bir masal, ayrı bir yaşam izidir. Bugün Laleş ’ten Mérgé Sotî’ ye, Gova Reşo’dan Kahnî Cemed’e uzandık. Yarın başka bir yazımda, belki de başka bir yaylanın gölgesinde soluklanır, oradan seslenirim size. Çünkü bu toprakların anlatacak daha çok sözü, gösterecek daha çok güzelliği var.
TEŞEKKÜR
Bu yazıyı kaleme alırken yalnızca kendi gözlemlerimle değil, geçmişten bugüne bu topraklara emek vermiş, hafızasında taşıdığı kıymetli bilgileri benimle cömertçe paylaşan büyüklerimin katkılarıyla ilerledim.
Başta Mérgé Sotî hakkında geçmişten bugüne aktardığı birikimleriyle yolumu aydınlatan sevgili amcam Hacı Yusuf Ataman’a,
Laleş yaylası ve festival tarihçesi ile ilgili bilgiler veren Merkez Muhtarı olan değerli amcam Cevdet Ataman’a,
1970’li yıllara uzanan arşiv fotoğraflarını benimle paylaşarak bu yazıya ruh katan kıymetli ses sanatçımız Halil Özkan ‘a,
Yine müthiş bir kare yakalayıp benimle paylaşan sevgili Caner Ataman ‘a,
Gova Reşo’daki çiftliğinin kapılarını bize açan, doğayla iç içe bir gün geçirmemize vesile olan sevgili dayım Faruk Ataman’a,
Singever’ de unutulmaz anlar kaydeden sevgili Güven Ataman ‘a,
Festival fotoğraf arşivinden yararlanmamı sağlayan Yaşar Prodüksiyon sahibi sevgili Emin Bal’a,
Ve tüm bu süreç boyunca fikirleriyle, yoldaşlığıyla , gönülden destekleriyle bana ilham veren kıymetli kardeşlerim Suat, Sinan ve Neçirvan Ataman’a yürekten teşekkür ederim.
Bu yazı yalnızca bir anlatı değil; hepimizin ortak hafızasına düşülmüş küçük ama kıymetli bir nottur.
Minnetle ve sevgiyle...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.