FEQÎYE TEYRAN’IN GÖNÜL HAZİNESİ VE DİCLE NEHRİ’NİN SESSİZLİĞİ

Bir Torunun Hafızasından – Kültürel Bir Rivayet

Her toprak, bağrında bir masal saklar. Her anlatı, bir halkın ruhunu taşır. Bu satırlarda okuyacağınız hikâye; ilmin, sadakatin, ihanetin ve maneviyatın iç içe geçtiği, yüzyıllardır dilden dile aktarılan kadim bir Kürt rivayetidir. Dedemin yaktığı ağıttan ve anlattığı hatıradan süzüldü kaleme… Bugün sizlerle bu köşe yazısında, hem bir hafızayı diri tutmak hem de kültürel bilince bir damla düşürmek istiyorum.

Kürt halkı için bazı isimler vardır ki yalnızca bir şair, bir bilge ya da bir alim değil; aynı zamanda bir ses, bir nefes ve bir yürek yankısıdır. Feqiyê Teyran işte o seslerden biridir.Asıl adı Muhammed b.Abdullah el Mıksi olan bu büyük alim, 1590 civarında dünyaya gelmiş, halk arasında “Feqî” (öğrenci) ve “Teyran” (kuşlar) anlamına gelen mahlasıyla tanınmıştır. “Feqiyê Teyran”, yani “Kuşların Öğreticisi”, yalnızca kelamıyla değil, doğa ile kurduğu manevi bağ, hikmet dolu şiirleri ve anlatılan rivayetleriyle halkın hafızasında yer etmişti

Resim 1, Resim

Feqiyê Teyran, ilim yolculuğuna çıktığında, Cizira Botan’a (Cizre) gitmektedir. Yol boyunca ona bir Ermeni genç eşlik eder: Adı Tumar. Biri medreseye, diğeri kiliseye ilim tahsil etmeye giden bu iki yolcu, kısa sürede dost olurlar. Yol yorgunluğu ile bir ağacın gölgesine otururlar. Kuş sesleri eşliğinde azıklarını paylaşırlar. Tam o sırada, iki kuş ağacın dalına konar ve kendi dillerinde konuşmaya başlar. Feqî tebessüm eder.

Tumar şaşırarak sorar:

“Ne oldu, neden güldün?”

Feqî başta geçiştirir:

“Biz Feqîler böyleyizdir, öylece güleriz.”

Ama Tumar ısrar eder. Uzun yeminlerden sonra Feqî gerçeği açıklar:

  • “Ben kuşların dilinden anlarım. Kuşlardan biri, Cizre’de başıma büyük sıkıntılar geleceğini söyledi. Ve bu sıkıntılar bir dostun ihanetiyle başlayacakmış. O yüzden güldüm. Kaderin ince oyununa…”

  • “Yahu ne bakıyorsun kuşların söylemine, ben sana asla ihanet etmem.” der.

Cizre’ye vardıklarında yollar ayrılır. Feqî medreseye, Tumar kiliseye gider. Orada halk arasında bir söylenti dolaşmaktadır: Kilisenin altında gömülü büyük bir hazine vardır. Tumar, fırsatı değerlendirip zengin olma hayaline kapılır. Feqî’nin kuşların dilini bildiğini hatırlar ve verdiği sözü unutarak ihanet eder.

“Mirim, bir Feqî var, kuşlarla konuşuyor. Hazineyi ancak o bulabilir…”

Mîr, Feqî’yi zorla medreseden aldırır, sorgular. Feqî, hiçbir şey bilmediğini söyler ama Tumar iftiralarına devam eder.

“Yalan söylüyor! Kuşlarla konuştuğunu kendi ağzından duydum,” der.

Feqî hapsedilir, günlerce aç bırakılır. Fakat bazı müslümanlar, vicdanlarına yenik düşer ve gizlice ona ekmek ve peynir ulaştırır. Tumar yine susmaz:

“Mirim, birileri yemek veriyor olmalı. Bu kez zindanı Ermeni askerlerle kuşatın.” İhanet derinleştikçe halkın sabrı taşar. Feqîler ayaklanır, Ermenilerle çatışmalar yaşanır.

Sonunda Feqî şöyle der:

“Mirim, tamam. Hazineyi bulacağım ama bazı şartlarım var.”

Ermeni işçilerin yerine Feqiler çalışacak, 40 deve kurban edilecek, etleri halka dağıtılacak, derileriyle yetim çocuklara elbise dikilecektir. Mîr kabul eder. Feqî kuşlarla konuşur, ertesi gün kuşların hazine olan yere yumurta bırakacaklarını öğrenir. Dediği olur. Hazine bulunur: 40 devenin sırtına yük olacak kadar altın...

Mîr sorar:

“Sen ne kadar altın istersin?”

Feqî, sessizce cevap verir:

“Tumar’ın başı kadar…”

Tumar’ın başı kesilir. Terazinin bir kefesine konur, diğer kefeye altınlar... Ama Tumar’ın başı ağır gelir. Feqî sadece bir avuç toprak alıp altınların üstüne koyar ve Tumar’ın başı birden havaya kalkar.

Mîr öfkeyle sorar:

“Sen bu oyunu en başından biliyordun!”

Feqî şöyle der:

Ben altın istemedim. Size sadece şunu göstermek istedim:

“İnsan gözünü ancak toprak doyurur…”

Feqî, altınları almadan oradan uzaklaşır. Cizre’den geçerken Dicle Nehri coşkun seslerle akar. Feqî rahatsız olur. Allah’ın sevgili kulu olan Feqiyê Teyran, dua eder. Su bir anda durur.

Allah, suya şöyle seslenir:

“O benim için ağlamaktan gözyaşı kurumamış bir kulumdur. Yolunu açmasını ondan dile.” Suyun içindeki balıklar Feqi’yi yutmak ister. Ama Allah, Cebrail’e emreder. Balıklar onu karaya çıkarır. Feqî ayağa kalkar, Dicle’ye döner:

“Benim ayaklarımın arasından geç… ve bir daha asla ses çıkarma! İnsanları rahatsız etme!” Ve o günden bugüne, Cizre’den geçen Dicle Nehri sessizce akmaktadır.

Bu rivayet sadece geçmişin sesi değil, bugün için de bir öğüttür. Altının değil, vicdanın peşinden gidenlerin kazandığını…İhanetin, sadakatin gölgesinde nasıl küçüldüğünü…Ve en önemlisi, bir insanın gerçek büyüklüğünün malda değil, manada saklı olduğunu anlatır bize.

Bugün bizlere düşen, bu halk miraslarını yaşatmak; susan nehirlerin, konuşan gönüllerin, unutulmuş rivayetlerin sesi olmaktır. Kıymetli dedemin anlattıklarını dilim döndüğünce aktardım. Sürçülisan ettiysem affola.

Teşekkür

Bu kıymetli rivayeti bana anlatan, gönlümde her zaman çok büyük yeri olan saygıdeğer dedem Hacı Ahmet Ataman’a ve Kürtçeden Türkçeye aktarım sürecinde bana büyük destek olan değerli kardeşim Sipan (Sinan) Ataman’a sonsuz teşekkür ederim.

Onların sayesinde sadece bir hikâyeyi değil, bir kültürü, bir öğüdü ve bir halkın vicdanını sizlerle paylaşma imkânı buldum.

Sevgiyle...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Nuray ATAMAN Arşivi

KORKUNUN CİNSİYETİ VAR: KADIN

24 Haziran 2025 Salı 00:56

GÖNÜLLÜLÜK: SESSİZ KAHRAMANLARIN GÜCÜ

04 Haziran 2025 Çarşamba 08:14

FANATİZM: BİR DOĞRUYA(!) HAPSOLMAK

09 Mayıs 2025 Cuma 08:48

KARANLIK MANİPÜLASYON

28 Şubat 2025 Cuma 08:21

EŞİT SAYGINLIK

23 Kasım 2024 Cumartesi 23:24

KORKU KÜLTÜRÜ

25 Ekim 2024 Cuma 09:39

HAYIR DEME SANATI

17 Ekim 2024 Perşembe 15:25