26 Nisan 2024

ŞIRNAK HABER

Haktan Yana Halkın Yanında

“Selam dostlar…!”

Selam dostlar,
Çok uzun zamandır sosyal medyayı pek kullandığım söylenemez. En son kişisel hesabımdan bir yazı paylaşmamın üzerinden yıllar geçti demek abartı olmaz. Zira gerçekten de yıllar geçti.
Peki, neden bu kadar ara verdim?
İzin verirseniz öncesinde bir durum değerlendirmesi yaptıktan sonra anlatmaya başlamak istiyorum…
Bildiğiniz gibi akıllı telefonlarla hayatımız önemli ölçüde değişti ve olmazsa olmazlarımız arasına girdi.
Teknolojinin gelişimine paralel olarak iletişim araçlarının sayısında çok hızlı bir artış yaşandı; masadaki bilgisayar, çantadaki laptop, ismini cebe girecek kadar küçük olmasından dolayı cepten alan cep telefonunuz, elinizdeki tablet, bileğinizdeki saat vs…
Bunların hepsi birer iletişim aracına dönüştü ve bunlar sayesinde neredeyse 7/24 online yaşamaya başladık. Bu akıllı cihazlarla dünyanın dört bir yanındaki insanlarla sürekli iletişim halindeyiz. Bulunduğumuz her ortamda hayatımızın merkezinde yer alan bu cihazlarla her an iletişime açık pozisyondayız. Günümüzde oldukça hızlı gelişen bilgisayar altyapısına paralel olarak sosyal ağlar da bireyler için gündelik yaşamın vazgeçilmez araçları haline gelmiştir. Bu sebeple hemen herkes çağımızın iletişim çağı olduğundan dem vurur ve iletişimin hayatımızın en önemli olgusu olduğuyla övünür.
Ne var ki durum hiç de konuşulduğu, yazıldığı ve anlatıldığı gibi övünülecek bir durum değil.
Güya iletişim çağını yaşıyoruz ama ne var ki insanların birbirini anlamaktan bu kadar uzak olduğu başka bir dönem olduğunu sanmıyorum ki yaşananlara baktığımızda çağımız insanının birbiriyle sürdürülebilir bir iletişim ortamı kurmaktan çok uzak bir konumda olduğu sonucuna varıldığı ortaya çıkmaktadır.
İletişimin ankesörlü telefon, telgraf ve mektuplarla yapıldığı dönemlerde bile insanların daha sağlıklı iletişimler kurduğu kanısındayım. Hatta biraz daha ileri giderek yaşadığımız çağı, bu yönüyle eski çağlardaki iletişim araçlarıyla da kıyaslayabiliriz.
Bildiğiniz gibi iletişim dediğimiz şey, insanlık tarihi kadar eskidir. Buna örnek vermek gerekirse Taş Devri’nde mağara duvarlarına çizilen resim ve şekilleri örnek olarak gösterebilirim. Zira insanların yazının icadından önce resimlerle iletişim kurduklarını biliyoruz. Yine Taş Devri’nde dumanla/ateşle haberleşme, milattan bin yıl kadar önce de posta güvercinlerinin haberleşme aracı olarak kullanıldığını biliyoruz. Tarihte genelde devletler arasında yapılan bir haberleşme modeli vardı ki günümüzdeki versiyonuyla kıyasladığınızda nerden nereye geldiğimizi görmek açısından son derece önemli ve bir o kadar da ilginç buluyorum; Ulak ile haberleşme…
Ulak, haberci demek… Devlet mührünü taşıyan yazılı metin ulaklara verilir ve ulaklar da hızlı bir şekilde mesajı yerine ulaştırmaya gayret eder. Özellikle Osmanlı Devleti’nde Ulak ile haberleşmenin oldukça önemsendiğini görüyoruz. Öyle ki, ulakların geçeceği yollar önceden belirlenmiş ve bu yollar üzerinde atlar için menziller konulmuş ve bu yol üzerinde yaşayan insanlar da ulaklara hizmet etmek, ulakların ihtiyaçlarını karşılamak zorunda bırakılmışlardır.
Peki, günümüzde ulaklar kimler? Ulaklarının görevini dijital çağda kim yapıyor, dersiniz… Aklınıza oldukça popüler olan Twitter uygulaması geldi mi? Ben bu anlamda Twitter’ın bu görevi üstlendiğini düşünüyorum. Bildiğiniz gibi, artık devlet başkanları dahil bilim insanları, ünlüler-ünsüzler yani hepimiz dünyaya mesajlarını twitter üzerinden yazdığı twitle veriyoruz. Ne kadar kolaylaştı değil mi? Dönemin ulakları şuan ki durumu görseler ne düşünürlerdi acaba?
Günümüz araçlarına yeniden gelecek olursak, bildiğiniz gibi yeni dönemde her türlü işimizi akıllı telefonlar ve diğer cihazlar için geliştirilen akıllı uygulamalar sayesinde yapabiliyoruz.
Günün her saati bankacılık işlemlerinizi yapabiliyorsunuz. Saatlerce banka kuyruklarında bekleme dönemi çoktan sona erdi.
Alışveriş mesela; gece gündüz fark etmeksizin günün her saati market alışverişini de yapabiliyor olmak ne kadar rahatlatıcı değil mi?
Para dediğimiz, uğruna insanların birbirini yediği şeyi de kazanmak kolaylaştı tabi. Eskiden olduğu gibi özellikle küçük ölçekli işletmelerin oturup müşteri beklemesine gerek kalmadı. Günümüz girişimcileri, ürünlerini sosyal medya uygulamaları sayesinde tüm dünyaya tanıtıp satış yapabiliyor. Daha da önemlisi ev hanımları bile evde ürettiği eşyaları sosyal ağlar sayesinde pazarlayabiliyor ve bu yolla ev ekonomisine katkı sağlayabiliyor.
Sağlık alanında da benzer yenilikler, gelişmeler var. Neredeyse telefonunuz sizi muayene edecek kıvama geldi. Koy parmağını, sensör “şak” diye EKG çeksin, kan basıncını, kandaki oksijen miktarını hatta şekerini ölçsün. Bileğinizdeki saatiniz de hakeza… Üstelik çok yakın bir zamanda kullanımı yaygınlaşacak olan Metaverse gözlüklerini saymıyorum bile…
Akıllı telefonların en işe yarar bulduğum özelliklerinden biri de tam bir eğitim yuvasına dönüşmüş olması. Okulda gördüğünüz dersler yeterli gelmedi mi, ders mi çalışacaksınız? Ücretli özel dersi ortadan kaldıran uygulamalar var hayatımızda. Artık internete sahip olan herkesin ücretsiz bir şekilde faydalanabildiği, özel dersi aratmayan eğitim videolarının paylaşıldığı platformlar var. Bunları, durdur-izle sayesinde tekrar tekrar izleyebiliyor, eksik konularınızı tamamlayabiliyor, sınavlara hazırlanabiliyorsunuz.
Ayrıca benim de kullandığım ve çok hoşuma giden dil uygulamaları sayesinde yeni diller öğrenebiliyor ve kendinizi her alanda geliştirebiliyorsunuz. Dünyanın en iyi müzelerini, sanat galerilerini, en zengin kütüphaneleri çevrimiçi ziyaret edebiliyor, milyonlarca kitap ve akademik çalışmalardan faydalanabiliyorsunuz.
Dostlar,
İnsan, tarihinin bilgiye en hızlı ulaşabildiği dönemini yaşıyor… Hani her fırsatta iletişim çağı dediğimiz bu çağın iletişimden daha da önemlisi bilgi çağı, bilişim çağı olması aslında.
İnsanlık ailesi olarak taş devrinden bilişim çağına gelmeyi başardık. Teknoloji’nin nimetlerinden büyük ölçüde yararlandığımız, bilgiye çok hızlı ulaştığımız acayip hızlı bir zamandan geçiyoruz. Hatta önümüzdeki birkaç yıl içerisinde gerçekleşmesi muhtemel gelişmeler, bu zamanda bile insanın küçük dilini yutturacak cinsten. Şimdi bunları tek tek yazmaya, tartışmaya gerek olduğunu düşünmüyorum ancak Blockchain, Web3 ve Metaverse gibi devrim niteliğindeki gelişmeleri dikkate aldığınızda dünyanın gideceği yeri öngörmek zor olmasa gerek diye düşünüyorum.
Yukarıdaki örnekleri istediğiniz kadar çoğaltabilirsiniz. Bunlar teknolojiye nasıl baktığınızla da yakından ilgili. “İyi bakarsan iyi görürsün” demiş ya üstatlar, ben de buna ufak bir katkı sunmak adına, “iyi kullanırsan iyi şeyler olur” diyerek önemli bir noktaya dikkatlerinizi çekmek istiyorum; teknoloji iyi, hoş, güzel ama aslında bu, biraz da onu nasıl kullandığımıza ve ona nasıl yaklaştığımıza bağlı.
Gelişmemiş veya gelişmekte olan toplumların bunca gelişme ve ilerlemeyle eş zamanlı ilerleme kaydedemiyor olması, dijital değişim ve dönüşüme, çağın hızına ayak uyduramaması, gelişen toplumlarla aralarındaki makası bir hayli açtığını görüyoruz. Dahası, değişimin hızı artarken toplumların da bu değişimin gerisinde kalmadan ilerliyor olması son derece elzem görünüyor.
Bana göre teknolojiyi üretebilmek ve geliştirebilmek kadar teknolojiyi amacına uygun kullanmak da önemli. Yazının başından beri tarihsel gelişimine dikkat çektiğimiz iletişimin içinde günümüzde sosyal medya oldukça önemli bir ayağını oluşturduğunu söylemek mümkün. Ancak her sosyal medya platformunun kendi içinde farklı bir amacının olduğu unutulmamalıdır.
Sosyal medya; oldukça hızlı, farklı, kendine has yeni bir dünya oluşturdu ve bu oluşum devam ediyor. Bu hızlı ve doğrudan etkileşim sağlayan yenidünya, bambaşka bir iletişim biçimi de oluşturuyor aynı zamanda. Bu yeni iletişim kültürüyse gündemimize yepyeni tartışma konuları getiriyor; yanlış bilginin hızlı yayılımı, manipülasyon, algı operasyonları, dijital taciz, linç kültürü, bağımlılık, bilgi kirliliği, veri hırsızlığı vs. Sosyal medya platformları bizlere sunduğu fırsatlar ve kolaylıklarla birlikte aynı zamanda yeni bir “etik” çalışma alanı oluşturuyor.
Dikkat ederseniz, sosyal medyayla ilgili dile getirilen eleştirilerin başında gerçek yaşantımızda savunduğumuz etik değerlerin dijital platformlarda pek de kaale alınmamasıyla ilgili. Sosyal medyanın özgürleştirici, demokratikleştirici ve aynı zamanda bireyi etkisi altına alan gücü tartışılan bir başka boyut olmuştur.
Bu konuda hemen her dönem “Sosyal Medya Düzenlemesi” adı altında sürekli kanun yapıcılar tarafından hem sosyal medya kuruluşları hem de kullanıcılara yönelik yaptırımlar içeren yasal düzenlemelerle ilgili çalışmalar yapıldığını görüyoruz. Herkesi bir “içerik üreticisi” haline getiren yapısı ile sosyal medya platformlarının “özgür” ve “tarafsız” olması gerekirken bu yasal düzenlemelere neden ihtiyaç duyuluyor?
Bunu iki şekilde yorumlamak mümkün;
Birincisi doğrudan hükümetlere bağlı… Herkesin içerik üreticisi olduğu sosyal medyada hükümetler kendileri hakkındaki eleştirilere tahammül edemiyor. Dolayısıyla her fırsatta internetteki ve sosyal medyadaki eleştirileri kısmak, ayrıca anonim hesaplı kullanıcıların kimliğine çabuk erişmek istediğinden bu tarz yasalara ihtiyaç duyuyor.
İkincisi direkt kullanıcılarla ilgili… Özel hayatın gizliliğini ihlal, kişilik haklarını ihlal, fikri ve sınai ürünlere tecavüz ve hukuka aykırılık gibi suçların artması nedeniyle yukarıda da bahsettiğim gibi hem etik bir çalışma alanı içerisinde kullanımı sağlamak hem de sosyal medyada işlenen şuç unsurlarını cezaya tabi tutmak. Bence de bunların olması gerekli. Çünkü bu platformların sağladığı özgürlük, başka birinin özgürlüğünü kısıtlayacak kadar genişlememeli.
Gerçek yaşantımızda “ağzı olan konuşuyor” şeklinde yapılan eleştiri, “klavye delikanlılığı” denilen teknoloji ile birlikte hayatımıza yeni giren bir kavramla sürdürülüyor. Klavye delikanlılığı şeklinde yorumlanan şey, tam olarak bilgisi olmadığı halde her konuda yorum yapmaya, dinleme kültüründen yoksun, sohbet ortamlarında genellikle pasif kalan, içindeki bastırılmış duyguları toplum içinde değil belki ama daha çok ekran başında açığa çıkan ve bu ekranı bir kusma aracı olarak gören zayıf karakterli kullanıcıları anlatan çok da karşı olmadığım hatta bir miktar da insaflı bulduğum yeni bir söylem.
Her konuya “maksat, yeşillik olsun!” tavrı ile eleştiri yapmaya hevesli, toplum içinde söyleyecek sözü olmayan, bilgisine güvenmeyen, söylemek istediklerini de insanların yüzüne karşı söylemekten çekindiği için bilgisayar başına geçince aslan kesilen bu tipler, uzunca bir süre midemi bulandırmak dışında pek bir işe yaramasa da müthiş derecede algı yaratabiliyorlar.
Kimi zaman kendilerini gizleyerek kalbindeki çirkinliği, yüreğinin derinliklerdeki zehri önündeki klavye aracılığı ile insanlara enjekte eden bu tipler, son yıllarda bir hayli çoğaldı. Tabi ülke siyasetinin de bunun önünü açması, gerektiğinde de bunu bir güç olarak kullanmaya başlaması, kendileri dışındaki tüm çevrelere karşı paralı klavye delikanlılarının işe alınması, çok affedersiniz ama işlerin boka sarmasına sebep oldu. Üstelik klavye delikanlılığından “paralı askerlere” dönüştürülen bu haysiyet yoksunlarından bir “Trol Ordusu” kurulması, zaten çekilmez olan sosyal medya dünyasını daha çekilmez bir hale getirdi.
Bir kimseyi eleştirdiğinizde, o kişinin fikrinin neden yanlış olduğuyla ilgili ortaya başka bir “düşünce-fikir” sunmanız gerekir. Ancak o kişinin fikrinden hoşlanmadığınız için o kişiyi sahip oldukları ya da olmadıkları üzerinden acıtmaya, özgürlüğünü kısıtlamaya, fikrini açıklamaktan yıldırmaya çalışmak; eleştiri sınırlarından çıkmaya, kişilik haklarına saldırmaya götürüyor.
Buradaki ölçüyü Bediüzzaman’ın hayatında bulabiliriz. Bediüzzaman, Volkan gazetesinin başyazarı ve sahibi olan Derviş Vahdetî’nin düşünceleriyle ilgili ağır sayılabilecek eleştirisini yine aynı gazetede, yazı yazarak yapmıştır. Vahdetî, gazetenin sahibi olmasına rağmen bu yazının yayınlanmasına engel olmamıştır. Fikrin eleştirisi fikir ile yapılmıştır; gizlice kapılar ardında uyarılma gibi bir yöntem izlenmemiştir. Zira gizli olan günahın istiğfarının gizli, açık işlenen günahın istiğfarının açık olması gerektiğini söyleyen hadisler de bize bu ölçüyü gösterir.
İşte bu ölçünün kaçtığını görmek beni de uzun yıllar sosyal medyadan uzaklaştırmıştı. Ancak son dönemlerde bu düşüncemin değiştiğini söylemem gerek. Zira sosyal medyanın kaliteli kalitesiz, düzeyli düzeysiz birçok kişi, olay ve olguya açık bir yer olduğunu biliyoruz. Her şeyden önce bu mecrada yer alıyor olmanın bir başka yönü de işte bu anlamda bir yer tutmak; çürümeme, kirlenmeme ve meydanı boş bırakmayarak, çürümeye ve kirlenmeye karşı işlevsel bir konum üstlenmek adına sosyal medyayı küçümsememek ve hele önemsizleştirmemek adına geri döndüm.
Bu geri dönüşle tüm dostlara selam olsun diyorum. İlk yazım biraz uzun olsa da sonraki yazılarımı kısa tutmaya çalışacağım. Zira üstadım, değerli dostum Dündar Sansur’un uzun yazılarına çokça eleştiri getirdiğinizi biliyorum. Bu eleştirileri bile bile ben de uzattıkça uzadım. Ne de olsa üstadımdan çok şey kaptım… 🙂
Sevgiyle kalın…
Cudi Ökten

Bir yanıt yazın

Copyright © 2005 Şırnak Haber, Her hakkı saklıdır. | Newsphere by AF themes.