“KUTSAL TOPRAKLARA HOŞ GELDİN ÜSTADIM CUDİ ÖKTEN”
“KUTSAL TOPRAKLARA HOŞ GELDİN ÜSTADIM CUDİ ÖKTEN”
”Kardeşlerimi Tanrı Yarattı, Fakat Dostlarımı Ben buldum.Halil Cibran… “
Şeyhlerin piri Ahmet Yesevi, dostluğun gizemini nede güzel anlatır,”Gerçek bir dost iki gövdede yaşayan bir ruhtur, Yaşamda hiçbir şey, gerçek bir dostluk kadar değerli olamaz.”
Sanki Seni gelişine anlatır gibi söze gelir Bilge Kral Markous Aryellous “Dostluk iki yürek arasında akan bir nehir gibidir. Gittiği yeri de temizIer geldiği yeri de.”der
Mevlana ile Şems gibi, Ebubekir ile o yüce insan gibi, O en taze ve hep taze, Aşk kokan yüreklerle bütünleşen vs…!
Hoş geldin keke delal u Heja, Üstadım, dediğim sevgili Cudi, Dostun olarak görmeyeli seni, bilmem kaç bin yıl geçti, gül Gülistan yüzünü, nergis kokan, Bahar bakan dost yüreğini ne çok özlemişiz be Üstadım…
Bütün hasretleri şiir aşkınlığı ile dostça bir gülüşle bitirdi GELİŞİN….”Tu ser sera u serçava Hati keke delal” Hasret kokan zamanlara, sensiz geçen dem(ler)e içilen kaçak çay ve yapılan bütün kaçak sohbetlere yokluğunun varlığı ile yitirilmiş yaşamlara dair ortaya koyduğun cesur yüreğinle Hep Bizimle idin bilesen Sevgili Cudi….!
*
“ARAŞTIRMACI GAZETECİ-YAZAR CUDİ ÖKTEN’İ YAKINEN TANIMAYANLAR İÇİN KISACA KİMDİR ÖKTEN.?!”
Onu anlatmak zor ki ne zor, ancak kitaplara sığar, koca yüreği ve başarıları, ama kısaca “1998’de Bölgenin ilk gazetelerinden olan “Haburun Sesi Gazetesinde” genel yayın yönetmeni olarak gazetecilik yapan “ bu arada bölgeye de ilk Radyoyu da getiren de kendisi” Cudi Ökten’in yanında başladım basın-yayın yolculuğuna, yani 23 yıl önce Gazeteciliği beraber başladığım,(aslında bir canavarı yetiştiren o) Sevgili Kardeşim, Dostum, Can-ım Üstadım, 16 yıl önce Ankara’ya taşındı, Ankara’da çeşitli dergilerde çalıştı, rüştünü orada da ispat eden Ökten, yıllarca Büyük millet meclis muhabirliğini de yaptı. Daha sonra Ulusal yayın yapan Merkez tv genel yayın yönetmenliğine kadar yükseldi. Ve halen Ankara Bolu’da yaşayan Üstadım Cudi Ökten’in Gazetecilik mesleğimde üzerimde en çok hakkı olan insan.. Yazılarıma ilham, Şiirlerime Can katan Ozan, Dostluğuma Bir Şems, Yüreğime bir Menekşe kokusu, hiç bitmeyen bir bahar, yaşamıma dinmeyen bir dost sıcaklığı ile, desteği ile her zaman, “mekan uzaklık fark etmeksizin daim arkamda bir Cudi, Bir Ararat, bir Gabar bir Sipan vs vs..
Yani sen iki gözümün çiçeği, Üstadım Cudi Ökten, bir sürpriz yaparak, Ankara’dan Şehr-i Girik-amoya,(Silopi’ye” Doğduğu büyüdüğü kutsal topraklara gelmiş, Tu ser sera, ser her du Çavan hati keke delal u eziz..
Hasıle kelam cana can katan gelişinle sen, bütün özlemlerinle Şems kokan yüreğinle Hoş Geldin Can, Sevgili Dostum Cudi Ökten…..
*
Cudi Ökten kimdir biye tanımayanlar için kendisinin bana atfen bir yazısını sizlere atfediyorum….
CUDİ ÖKTEN’İN YAZISI…
Ah üstadım, değerli dostum…
Acılar içinde kıvranırken bir toplum, suskun kalmak ne zor gelir şairime bilirim.
Bilirim en kalabalıklardaki yalnızlığını…
Gürül gürül akan pınarların ortasındaki mahşeri susuzluğunu…
İsyanını bir stranın içinde çığırırken ki garip sessizliğini…
Kanlı bıçaklı hatıralar saklarken; yarınlara aldırmadan dünler mezarlığına bu günleri gömerken ki tuhaf zaman dilimlerini…
Nefretinde sevgiyi yaşarken, duygularının çoğul haline aldırmadan müntehir bir hüviyete intisap etmenin ne denli talan olduğunu…
Katline fermanlar verilmiş bir halkın kentleri cehenneme çevrilirken, sığındığı her kentin Çarçıra Meydanı’na dönüştüğünü bilirim.
Tiyatro sahnesini aratmayan sorgulamalar ile henüz kurulmadan mahkemelerde yitirirken hükmünü merhamet, kırılan kalemleri ve her sokak başına ölüm kusan cellatların kol gezdiğini bilirim…
Kimi zaman sevgiliye yakarışlarına tanık olduğumu da bilirim. “YARIM KALAN BİR MEVSİM”den söz ettiyse de, sevgiliye dört mevsim bahar vadeden dizelerin en çok aklımda kaldığını bilirim.
“Botan’da sevdalar yanıktır gülüm” derken, kadim ve mistik coğrafyanın yaşanmamış sevdalarını haykırdı hep. “Benim güneşim senin doğduğun yerin güneşine benzemez” şeklindeki uyarısı, insanı yakan güneşin her sabah yüreğine doğması gerektiğini ve kapkara teninin altındaki masumiyeti utanarak sevgiliye sunduğunu bilirim.
Sevgilinin yitik yurdunda çocuk gülüşlerin en çok naçar yüzlere yakıştığını anlatan şiirlerin, dağ ceylanları edasıyla yaşayan bu narin halkın ne çok yakıştığını Mezopotamya ülkesine…
Sınır konulmayan bir evrende, Nuh’un çocuklarına; İbrahim’in emanetine ayrı ayrı çekilen mayınlı tel örgüleri, tam dört parçaya ayrılan kutsal toprakları “Muhacir Tenim”e anlatırken ne çok gözyaşı döktüğünü bilirim. Oysa vakit, bütün vakitlere bir çift gül gülüşü sığdırma telaşında iken, “kaç iklim daha yurt arayacaktı bu nazlı göçebe?” diyen serzenişini bilirim.
Kürdistan’ın destansı aşklarını bir çirok gibi anlatırken çocuklar gibi ağladığını bilirim. Meselenin bir Leyla bulmakta degil, asıl meselenin mecnun olmakta yattığını söylediğini hep…
“Mecnun olabilirsen sana herkes Leyla olur” diyen sesinin Bırca Belekten, Sahra Çöllerine yankılanan bikesliğini yaşadık çoğu zaman.
“OLAĞANÜSTÜ AKŞAMLAR”da yitik sevdaların en hüzünlü şarkılarını dinlediğimi bilirim. Sessiz çığlıkları yükselirken arşa, gözlerinde gasp edilmiş toprakların Doğu Kıyısında olağan yaşanmayan hayatlara kurulan idam sehpalarında ki başı dik duran canları gördüğümü bilirim ve dinlerken sesini olağan doğumlara, olağan yaşamlara, olağan ölümlere duyulan özlemi yaşadım buğulanmış bir güz mevsiminde Doğu Akşamlarının dağ eteklerinde…
Sırtını Cudi’ye, yüzünü Dicle’ye vermiş, tavanı topraktan ve toprağı özgürlük sevdalısı çocukların direniş destanlarıyla sulanan Kürdistan toprağından olan iki gözlü bir evde başlayan yaşamların bir gece yarısı kör bir kuyuda son bulduğu hayatları yazdığını bilirim.
Yüzyıllardır dinmeyen “YARA”larımızı sarmaya çalışırken, adı “faili meçhul” olarak kayıtlara geçirilen hikayelere sığmayan acıları nasıl sırtlanıp yol aldığını bilirim.
Bilirim cesetleri adresi belirsiz kuyularda aranan insanlarla yol almanın ve yüreğine prangalanmış Mem-u Zin’den kalma bir aşk ile zifiri karanlıklarda, kendi vatanında sürgün düşmenin ne denli bir felaket olduğunu…
Tarih boyunca ihanete uğrayan bir kavmin üstünde gökkuşağının hiç eksilmediği adı Şehr-i Nuh olan bir şehir tasvir ettiğini bilirim. Altından kırmızısı, gümüşten sarısı ve dağların yeşili ile kutsal sayılan gökkuşağının aşk olduğunu, doğumun ve ölümün tacı olduğundan söz ettiğini…
Hiç kimseyi değil, “kendimi arıyorum” dediğini hatırlıyorum…
Tarih öncesinden başlayarak farklı dönem ve medeniyetlerin arkeolojik bulgularından kendisinden bir parça tarih aradığını…
Farklı zaman griliğinin mistik bir tapınak tünellerinde dolaştığını…
Her yolculuğun insanın kendisine çıktığını söylediğini hatırlıyorum ve bulana kadar aramaya devam edeceğini; “Hangi medeniyetin tabletinde yazılı şifrem, hangi papirüste yazılıyım, hangi firavunun elinde ölüm fermanım?”
Kendini bulsa hayatın tüm şifrelerini çözeceğine inandığını bilirim.
Tarihin penceresinden baktırmayı büyük bir ustalıkla gösterdiğini de bilirim. Hiçbir zulme boyun eğmeyen onurlu bir kavmin hangi savaşını ve hangi destansı aşkını yazması gerektiğini iyi bildiğini de…
Savaş ile aşkın birlikteliğinin bir ironiden ibaret olmadığını gösterdiğini de bilirim?
Tarihi direnişle dolu bir halkın barış özlemini analarının topraklarına nasıl ilmek ilmek dokuduğunu…
“SON SAVAŞ BİTMEYEN AŞK”lar karmaşasında savaşı barışla, aşkı da emek ve inançla yoğurduğunu bilirim…
“CUDİ GÜNLÜKLERİ”ni tarihe not düşerken; savaşlara, silahlara, ölümlere, zulme, iftiralara, intikamlara, açlığa, sefalete, ilkel yaşantılara, cehalete, ırkçılığa, dini bağnazlıklara, kana, kine, nefrete, acılara, kıyımlara kin kussa da her şeye rağmen insanları güzel düşlemekten geri kalmadığını ve iyilik, dostluk,vicdan adalet, merhamet, bilgi, doğruluk, hoşgörü, empati, barış ve sevginin insanı insan eden özelliklerin başında geldiğini unutmayarak yaşadığını bilirim.
Dünyayı sevginin ve kitapların kurtaracağını her fırsatta dile getirdiğini bilirim.
Bilirim üstadım…
Şairimin sözcüklerindeki serzenişini de, serzenişindeki tevazuyu da bilirim. İnsana, doğaya, sevgiye dair omuzlarına yüklediği ve yüreğini sıkıştırdığı avuçlarındaki gizli dünyaları da bilirim.
Mutlu olmanın kıstasını zenginlikte ve bir şeylere sahip olmakta aramayan, aksine hiçbir şeye sahip olamamakta ki mutlu duruşunu, mamafih vakur halini bilirim.
Yıllar evvel beni kırmayarak yazı yazmasını istediğim gazetemizdeki ilk yazısında yazdıklarını bilirim. İlk sözcüğü olmuştu ve hala ne büyük heyecanla “Sevgi”yi yazdığını bilirim…
Cudi Ökten
(NOT: Yazı özetlenerek paylaşılmıştır. Bu yüzden paragraflar arasında bir kopukluk olduysa affola)
CUDİ ÖKTEN…..
*
23 yıl önce birlikte çıktığımız bu yolda inan hala en acılarla, en yokluklarla en taze heyecanlarla sanki yanımdaymışsın gibi senden güç destek ve ilhamla o ilk günkü betimsiz duyguve hakka halkımıza duyduğumuz aşkınlıkla SENİNLE HALA YOLDAYIZ… !
bilesenki üstadım Öğrencin, Sansur, hala ilk günkü gibi, aynı duruştan bir gram taviz vermeden yoldadır hala. şahittir, tüm kör olmayan vicdanlar ve Cudi ve Gabar ve Namaza Dağları ve Girikamo….
Varlığınla mutlu ve gururluyum. Hoş geldin keke delal…
Dündar Sansur…